Milano dedik Verona dedik sıra geldi rotamızın üçüncü durağı Venedik’e
Derler ya nereden başlasam nasıl anlatsam diye, gerçekten de öyle. Ünü şehrin kendisinden büyük! Büyük kanal, küçük köprüler, dar sokaklar, meydanlar.. Bir şehir ancak bu kadar şirin ve güzel olabilir.
İlk olarak San Marco meydanı (Piazza San Marco)’dan biraz söz edelim. Orada konuştuğum bir italyanın söylediğine göre arada yükselen dalgalar sebebiyle burayı su basıyormuş, girmek mümkün olmuyormuş. Fakat şubat ayında orada olmamıza rağmen gayet güneşli bir günde meydanı gezdik. Güvercinler, hediyelik eşya satanlar, portre çizdirenler, etraf cıvıl cıvıl, meydan tam bir turist mıknatısı. Her iki saniyede bir birinin fotoğrafına istemeden dahil oluyorsunuz çünkü her köşede birileri fotoğraf çekiyor, ay çok pardon diye diye eğile kalka meydanı geziyorsunuz.
 Kafanızı nereye çevirseniz ayrı bir mimari güzellik, ayrı bir manzara var çünkü burada Dükler Sarayı ve San Marco Bazilikası bulunuyor. Bazilikaya çok açık kıyafetlerle girmek ve fotoğraf çekmek yasak,giriş ücretsiz. Haftanın her günü de açık olduğunu söylemişlerdi. Hemen bitişiğindeki Dükler Sarayı (Piazza Ducale) ve hemen onun yanında da Aziz Mark’ın Çan Kulesi‘ni(Campanile di San Marco) göreceksiniz. Kuleye asansör ile çıkış mevcut, manzara müthiş, ücret 8 euro. Dükler Sarayı içinde ise genelde sergiler oluyor,dükün dairesine girmeden çıkmayın. Nihayet bu yapıları gezmeyi bitirip yorgunluk atmaya vakit geldiğinde San Marco Meydanı’nda oturup kahvenizi yudumlayıp hareketliliğin keyfini çıkarabileceğiniz bir çok cafe bulacaksınız.
Gelelim Rialto Köprüsü‘ne(Ponte di Rialto). Büyük Kanal üstünde yer alan bu köprü atlamamanız gereken bir turistik nokta, burada sizi bekleyen bir çok gondol da göreceksiniz ki bu gondolların fiyatları biraz tuzlu ama siz de türksünüz canım, az pazarlık yeteneğinizi konuşturuverin. Bir de Ahlar Köprüsü yani Ponte dei Sospiri var, eskiden mahkumlar buradan Venedik’i son kez görerek hapse gidiyorlarmış, adı da buradan geliyor. Bu arada yer yol sormakla kendinizi yormayın çünkü çoğu kişi ingilizce bilmiyor, bilse bile yol tarifi x köprüsünden sağa dön, oradan y sokağına gir sonra bitane de c köprüsü göreceksin sonra bir de a köprüsü….. şeklinde. Hmm peki grazie diyerek dönüp gidiyorsunuz çünkü gerçekten adam ne yapsın,nasıl tarif etsin, her adım başı bir köprü ve ufacık ufacık sokaklar göreceksiniz, yol tarifi falan işlemeyecek, gidince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tek yapmanız gereken elinizdeki haritanız ve binaların üstündeki sarı tabelaları ve okları takip ederek yolunuzu bulmaya çalışmak,insan kayboluyor ama illaki bir şekilde yolunu buluyor.
Bu arada tam biz gittiğimizde yani Şubat ayında maske karnavalı vardı,tek kelimeyle ortalık ŞA HA NE. Herkes suratında bir maskeyle geziyor,tam bir cümbüş. Göreceğiniz maskeler o kadar çeşitli, o kadar renkli olacak ki e bari ben de birtane alayım hatıra kalsın dediğinize pişman olacaksınız çünkü seçmek en az yarım saatinizi alacak. Ben 15’nci dakikada artık o piti piti yapıp çıkanı alıvermiştim, öyle bezdim.
Venedik genel olarak pahalı bir yer, çünkü her şey deniz yoluyla geliyor ve tabiki ücretler katlanıyor, aklınızda bulunsun. (150 euro’ya kadar çıkan maske fiyatları falan gördüm,yeme içmeyi siz düşünün) Restoranlarda garson fiyatı, hizmet fiyatı falan eklenebiliyor,bilin ki sonra benim gibi bu ne böyle 5 euro, neyin 5 eurosu bu diye garsona şekil yapmaya kalkmayın. Kalacak yer olarak tren istasyonuna oldukça yakın olan Hotel Edelweiss Stella Alpina’yı önerebilirim, gecesi 50 euro‘ydu ve temiz bir oteldi.
Gelelim öğrenci şehri Bologna‘ya. Burada bizi karşılayan couchsurfer arkadaşımıza nereleri gezebiliriz dememize kalmadan sırıta sırıta ”oo Bologna sırların şehridir” dedi. Dedim bu ne diyor ya küçücük şehir ne sırrı ne sırların şehrisi,meğerse üç beş değişik şeyleri varmış gerçekten. Hemen anlatayım; Piazza Maggiori‘de bulunan Neptun Çeşmesi(Fontana del Nettuno)’nde meşhur ”sır”lardan ilki başlıyor. Heykelin sağ arka köşesinden bakarsanız Neptün’ün parmağının nerede olduğuna dikkat edin, adam neler düşünmüş yaparken ya, gülümsetti. Herneyse ayrıntı vermeden bu konuyu kapatıyor ikincisine geçiyorum 🙂
Bizi aynı meydanda bulunan Palazzo del Podesta içerisine sürükleyen couchsurfer arkadaş git beni karşı duvarda bekle diye itekleye itekleye yolladı, ben öyle saf saf duvarın dibinde beklerken bir de ne duyayım, taa karşı duvardaki couchsurfer arkadaşımın dedikleri fısıldasa bile sanki yanımda konuşuyormuş gibi duyuluyor. Biz aramızda bunları konuşaduralım bize dönüp siz Venedik’ten daha yeni geldiğiniz değil mi falan dedi biz de evet mevet derken ufak bir penceremsi deliğin önünde durup e o zaman Venedik’e tekrar hoşgeldiniz dedi. Bir kafamı uzattım ki meğerse buradan bakıldığında görülen manzara ufak bir Venedik’miş adeta. Çok ilginçti, gittiğinizde Venedik penceresi‘ni mutlaka sorun ve görün.
 Son durak ise iki yamuk kule olan Torre degli Asinelli ve Torre Garisenda. Bu arada hemen burada meşhur bir dondurmacıları var, herkes elinde dondurma kaplarıyla geziyor, görürsünüz zaten. Yemeden geçmeyin, dondurmaların tadı enfesti. Bu arada öğrenci şehri olduğundan partiler oldukça çok.Ev partileri, köprü altlarındaki barlar derken oldukça hareketli bir gece hayatı var, gece çıkmadan dönülmez hani.
 
Floransa
 
 
Sonraki durak Floransa. Açıkçası Floransa’da o kadar çok görülecek yer var ki bizim tercihimiz şehir turu otobüsü olmuştu. Yaklaşık 20 euro gibi bir ücret ödedik ve bütün gün en önemli noktaları gördük, birçok yerde inip fotoğraf çekebilmemiz için vakit tanındı. En önemli duraklar tabiki de Floransa Katedrali – Cattedrale di Santa Maria del Fiore (giriş ücretsiz fakat hergün açık değil, perşembe,cumartesi ve pazarları açık) Piazza della Signoria  yani Signoria Meydanı ve tabiki meşhur mu meşhur köprümüz Ponte Vecchio, Palazzo Vecchio yani Vecchio Sarayı, (bilet 4 euroydu ve haftaiçi hergün açık) Giotto Campanile yani Giotto’nun Çan Kulesi ve mükemmel bir panaromik manzarayla karşılaşacağınız Piazzale Michelangelo. Fakat bunlar haricinde birsürü bazilika, müze ve daha birçok önemli tarihi yapı barındırıyor. Benim fikrim Floransa için en az iki gün ayırmanız gerektiği. Bu arada salatanın yanında likör falan içiyorlar, ben kırmızı bira diye bir şey içmiştim tadını tuzunu beğenmedim ama oraya özgü bir şeymiş, bir bakarsınız sizler de.
 
 
  Pisa
 
 
Gelelim Pisa‘ya. Piazza del Duomo‘da İtalya’nın simgesi yamuk kulemiz sizleri karşılayacak. Hemen onun yanında ise vaftizhane ve Pisa Katedrali‘ni göreceksiniz. Etraf surlarla çevrili, çimenlerde yayılanlar, Pisa kulesi önünde şekilden şekle girenler el kol yapanlar ve tabiki sıralanmış hediyelik eşya satan irili ufaklı çadırlar. Bu alanın bu hareketliliği dışında Pisa’da görülecek herhangi bir şey yok, tam tersine sokaklar ve caddeler oldukça sakin.Genelde herkes Piazza del Duomo’yu görüp şehirden ayrılıyor. Fakat sokakların bu sakinliğinin aksine 1 eurocular tıklım tıklım doluydu, herkes poşet poşet bir şeyler alıp çıkıyor,siz de içeri dalıverin. Bu arada Floransa’ya çok yakın olduğundan rotanızı mutlaka buna dikkat ederek düzenleyin.
Geldik Siena‘ya. Tam bir ortaçağ şehri ile karşı karşıyasınız. Dar sokaklar,eski taş binalar.İlk görülecek yer Piazza del Campo. Siena kartpostallarında genelde gördüğünüz manzara bu meydan ve burada temmuz ve ağustosta at yarışları düzenleniyor. Bu yüzden bu dönemde Siena’ya turist yağdığını da atlamadan söyleyeyim.(otel fiyatları da iki katına çıkıyor,dikkat) Buradan sonra dünyanın ilk bankası olan Banca Monte dei Paschi di Siena’yı, şehrin büyük katedrali Duomo’yu, Belediye Sarayı-Palazzo Publico‘yu,Enoteca Italiana adındaki şarap mahzenini görebilirsiniz. Siena genelde yürünerek gezilebilecek bir şehir ve zaten keyfi de ancak sokaklarını aşındırarak çıkıyor,biz yolumuzu elimizdeki haritaya baka baka rahatça bulmuştuk. Yalnız Cem Yılmaz’ın meşhur balzamik muhabbetini burada yaşadım, gerçekten anlamıyorlar  aksan kullanmadığınız için. Balzamik balzamik diyorum suratıma bakıp signora anlamadım,kusura bakmayın diyor. Bir de o kadar kibar insanlar ki kızamıyorsunuz da ya, beni orada bir gülme aldı zaten dedim boşver istemiyorum balzamik malzamik falan, su getir abi sen.
                                                                Roma
Son durağımız Roma. Biz doya doya gezebilelim diye 3 günümüzü Roma’ya ayırdık. Roma denince gözünüzün önünde beliren ilk yapı tabiki de Colosseo ve gladyatörler. Zaten gezerken göreceksiniz etrafta gladyatör gibi giyinmiş tipler sizleri selamlayacak ama fotoğraf çektirmek için para veriyorsunuz tabiki,beleşe iş yok. Yalnız giriş ücreti çok pahalı, 15 euro ama olsun, düşündüğünüz kadar görkemli ve büyük gerçekten, insanın baktıkça bakası geliyor.
Gelelim benim Roma’daki favorim Fontana di Trevi yani Trevi Çeşmesi‘ne. Barberini metro durağında inerseniz çeşmeye ulaşabiliyorsunuz.Yani ulaşılmasına ulaşılıyor da öyle bir kalabalık var ki, insanları yarıp çeşmenin dibinde kendime yer bulmam 15-20 dakikamı aldı. Denilen o ki çeşmeye bozuk para atarsanız birgün yine Roma’ya geri dönüyormuşsunuz, bana uyar dedim attım gitti. Buradan hemen sonra İspanyol Merdivenleri‘ne gittik. Aman yarabbi bir turist sürüsü de burada. Merdivenlere oturup muhabbet edenler mi istersiniz, gitar çalıp şarkı söyleyen italyan gençleri mi istersiniz, fotoğraf çektirirken şekilden şekle giren mi ararsınız, her çeşit insan burada. Buraya ulaşmak için de Spagna istasyonunda inebilirsiniz. San Pietro Meydanı yani Vatikan’ın sembolü olan meydan Papa’nın halka seslendiği yermiş aynı zamanda,orası da devasa ve ilgi çekici. Piazza Venezia, Castel Sant’angelo, Panteon, Piazza del Popolo derken ordan oraya çok vakit harcayacaksınız, kesinlikle görülecek yeri bitmiyor bu yüzden dediğim gibi Roma için en az 2-3 gün gerekli. E gitmişken tabiki Vatikan‘a girmeden olmaz. Müzesi çok güzel, görmeden dönmeyin. (8 euro ödemiştik giriş için)Roma’da metro 1 euro.
 Bu arada otobüse bindiğimizde bilet okuttuğumuzu gören otobüsün içindeki insanlar garip garip bize bakıyordu, arkadaşımıza sorduk meğerse çoğu zaman otobüse bedava biniyorlarmış, kimse bilet falan kullanmıyormuş. Baya garipsedik, olur mu öyle şey benzin bilmemne parası derken devlet bunları nasıl karşılıyor bilet almıyorsanız falan demiştik de hiçbir fikrim yok demişti. Öyle acayip şeyler de oluyor ama siz tabiki mutlaka bilet alın, sonra size denk gelir olur mu olur ceza keserler falan, aman diyeyim. Yaya geçidine de pek dikkat eden yok, şanslıysanız bir iki kişi yol veriyor gerisi son sürat üstünüze geliyor, diğer şehirler gibi değil bu konuda, ezilmeyesiniz.

 

 
 
İtalya her köşesinden, her santiminden tarih akan bir ülke, gez gez bitmiyor, gör gör yetmiyor,sizi gittiğinize pişman etmeyeceği de kesin. Bitmeyen tarihinin içinde eğlenceli bir tatil geçirmeniz,geldiğime değdi be diyerek ayrılmanız dileğiyle.
 
 
 
                                                                                              Pelin Sarhan